Bu kitap ne bir akademik çalışma, ne de bir hevesin ürünüdür. Bu kitap, içerisinde yaşayıp da, yabancılaştığımız İstanbul'un bir dünya şehri kimliğini biraz olsun tanımaya yarayacak bilgiler ihtiva etmektedir. İstanbul'un bize ait bir kent olması için önce onun kültürel ve tarihi mirasını tanıyarak sahiplenmemiz gerekmektedir. İstanbul eski çağlarda bir kent, hele de bir ticaret kenti kurmak için aranan bütün özelliklere sahipti. Doğudan batıya, kuzeyden güneye uzanan deniz ve kara yollarının tam merkezi. Korunaklı limanları, özellikle de o zamanlar Keras (Boynuz) ya da Hrisokeras (Altın Boynuz) adını taşıyan, dünyada eşine az rastlanan doğal bir limanı vardı. Kuruluş döneminde İstanbul Karadeniz ile Ege arasında yapılan ticaretin kilit noktası olmuş, hem ticari hem de askeri-stratejik üstünlükleri cem etmiştir. İnanılmaz zenginlikteki arkeolojik alanları, Yunan, Helenistik, Roma, Bizans ve Osmanlı-Türk mimari örnekleri ve de sanat eserleriyle dünyanın vizyon kentidir. Fakat İstanbul içerisinde yaşayanlar, nasıl bir kentte yaşadıklarını ve nasıl yaşamaları gerektiğinin bilmeden 2700 yıllık geçmişinde olmadığı kadar hızla tüketmektedir. Fransa Kralı V. Charles'ın Kanuni Sultan Süleyman'a gönderdiği elçi Busbecq, İstanbul'u gördüğünde "Dünyanın başkenti olması için yaratılmış bir kent" diye nitelemiştir. İnsanı hayran bırakan İstanbul, dünyanın büyük kentlerinin hiçbirine nasip olmayacak hususiyetleriyle "Alma Roma, Kostantinopolis, Roma Costantinum, Asitane, Bizantion, Dersaadet, el-Faruk, Darü'l Hilafe, İslambol, Kostantiniyye" gibi 135 dolayında ad ve unvana sahip tek ve benzeri olmayan bir şehirdir. 2700 yıllık tarih içerisinde üç büyük medeniyet ve imparatorluğa başkentlik yapmış dünyanın ilk mega kenti olma özelliğini yüzyıllar boyu dünyanın en kalabalık şehri olarak sürdürmüştür. İlk denizaltı, ilk uçan insan, ilk köprü vs. sayabildiklerimiz, sayamadıklarımız ya da şu an hatırlayamadığımız birçok ilk ve en İstanbul tarihinde olduğu kadar dünya tarihinde de birer ilk ve en olarak yerini alır...

---